Yazmak / Bursa Şehir Gazetesi / 2013

2022-02-03 00:58:48

YAZMAK; KENDİNİ AŞK’A HAPSEDEN BİR ÖZGÜRLÜKTÜR

 

Aklımı gönlüme, gönlümü aklıma değdirdim. Yanan ne dilimdi nede yüreğim. Yoluma sıkışmış bir çelişkiydi, hepsi o kadar. Aklımı yerme, yahut akıldan yoksun olduğumu övme. Özgürlüğüm ki savaş için değildir, delilik ise bana bir namzet teferruat.

 

Çağ ötesinden gelen bir ceylan kükremesi ve çıyanlar ve masum arslanlar, her biri bir dağın uğultusunda kendine yakarışlarda bulunan seslerin sahibi. Ceylan, bir çift gözün hatırına, sevdiğinin gözbebeğine haps’olunandır. Keza, gözlerinin hüznü orada yeşerir orada ağlar. Izdırap ki ceylana bir namzet teferruat.

 

Garip hareketler ve garip fikirler. Hissiyatımla garipleşen insanlara bakıp ekmeğin buğusunda felsefe yapmak, işte orada ekmek ustasının açlığına dokunmak vardır. Ey tokluğa aç insan, yerme sırtımdaki iplikten örme heybemin felsefesini. Neşemi kaybettiğim gün sana, beyaz yeleli at üstünde savaşçı gibi gelmiştin. Gözlerinden okudum, ellerin yeni çatlamıştı. Ben Anadolu’nun bağrından duyduğum bir sesle sana şunu haykırdım. Avuç içleri çatlamış insanlar, ya çiftçi yüreklidir yahut özgürlüge davetiye çıkaran savaşçılardır. Ve vardır her yiğidin sığındığı kılıç gölgesi. Çoktandır yolunu gözlediğim kar çiçeği suskunluğudur savaş yerine beni özgür kılan. Âh bir konuşsa bilirim dilsiz kalacağımı. Uzatma ellerini ey savaşçı, davet ettiğin özgürlüğe gelemem. Ve seni bir başına terkinle boş gönderdiğimi sanma. Orada kılıçlar vardır, dilimden keskin soluklarla dilimi kesen.

 

Bilir misin, diriler ağlar, çocuklar ağlar, masumiyet vardır ağlamakta. Balıklar takılınca ağa, balıkçı ellerinde çırpınış hülyasından ağlar. Olta ucunda volta atamayan kurtçuklar, balık kalbinde kemirişlerden ağlar. Göz ağlar, toprak bağından koparılan üzüm ağlar. Âh etme, âhına hâl olamayan bahçevan da ağlar. Çünkü ağlamak, aşkın gözüne diken olup, kendi hâline bir başka gülün adına ağlamaktır. Ağlarsın, çünkü ağlamak; kar tanesinin göz yaşlarına hapsolup özgür olmaktır… Kıskanırım seni ey beyaz yeleli at, rengini ondan mı aldın?

 

Kırk yıllık kırık gönlümün onarılamayan ahşap yılları. Sâir’liğim bu masada geçti. Bilindik dört ayağı yoktur. O ve ben, dördü böyle tamamlanacaktır. Oymadır, ahşaptır, kırk yıldır el değmemiş toprağından mürekkep sızan bir çanaktır. Ömrüm altında ellerimi açmakla geçti. Mürekkep onun kalbinden sızar ellerime ve onun bastığı toprağa düşecektir. Yerme beni, yerimi değiştirmeyişim mürekkebin sırrındandır. Yaşamak mı dedin? Kırk yıldır onarılamayan ahşap bir masada beklemektir hayat. Ve yazmak; kendini aşk’a hapseden özgürlüktür.

 

düşüyorum…
serçe
parmağımda
harf
kırgınlığı.
işte kan
ve şataret,
yaram hiçlikten ibaret.
şebabet ki
toprağın kokusuna ihanet,
gülnar-ın da
bir diriliştir şehadet.
ey gülzar!
sen ol bana şefi.
zalal durgunluğum
noktanın heybetinde

 

ve bir gülün
heybesinde şakımaktadır.
üşüyorum…
kalbime dokunan karalar,
akrebin çöl kokusu
ve bir gülün muştusudur.
ölüyorum…
ve ellerim şakağımda
kum tanesiyle diriliyorum,
gülzar-ına bakınca.

 

Yazı Yolcusu

Bursa Şehir Gazetesi

19–26 Kasım 2013

.