SIFIR; BİR VE İKİ’DEN SONRA GELİR!
1, 2, 0, 3, 4, 5… ve sonu gelmeyen sayılar dizisi. Hatta yüzyıllardır sıfır olmadan yaşanıldığını da düşünecek olursak, başlığımız şu şekilde belirlenmeli idi. Bir, iki, daha çok, sıfır ve tekrar sonsuz rakamlar. Sıfır dendiğinde aklımıza neler geliyor? Kimilerine göre başlangıç, kimilerine göre yokluk, kimilerine göre ise hiçlik, yahut aslına rücû etme meselesi. Ve nedense, her rakamın miktar belirtisi vardır da, sıfırın yeri daha bir başkadır. Ya her şeyi içinde barındırır, ya da her şeyden uzak kimsesiz bir ülkedir. Var sayalım kimsenin dokunamadığı bir ülke olsun. Her ne olursa olsun, herkesin imrenerek baktığı, başlı başına bir dünyadır o. Sıfır rakamına sadece bir miktar belirtisi olarak bakmamız, onu anlamamız için yeterli değildir. Mesela daire formunda olması, kainatın varlığını anlatabilir bizlere, her şeyin onun içinde veya dışında olduğunu ince bir çizgi ile ayırdığını da anımsatabilir. Ve böylelikle sıfır üzerine tefekkür ederek giriş yapmış olduk. Sıfırın kullanımına dair tarihte çok örnekler vardır. Babil, Hint ve Arap medeniyetlerinin isimleri çokça yer alır. Sıfır, bir ve ikiden yüzyıllar sonrasında kullanılmaya başlıyor. Bu rakamı hesaplamalarda ilk kullanan, “Cebir ve Hint Hesabı” adlı iki adet önemli matematik eseri de bulunan El-Harezmi’dir. Batı bilim dünyasında derin etkiler bırakmıştır. Sayıların kullanılmaya başladığı ilkel dönemlerde, öncelikle el ve ayak parmakları kullanılmış ve hatta kol, göz, dirsek, kulaklar da bu yönteme dahil edilmiştir. Sayı sistemi henüz oluşturulmadığı dönemlerde sadece bir ve iki kullanılmıştır. Bu durumda bu rakamların farklı bir öneminin olduğunu da görüyoruz. Sümercede kadın ve erkek anlamında kullanılmış olup, erkek ve dişilik gerçeğini de ortaya çıkarıyor belki de. Ve sıfır, yazının bulunuşundan 4800 yıl sonra kadar kullanılmaya başlıyor. Rakamlar dizisinin bir tür ayracıdır da diyebiliriz sıfır için. Bir konuyu bitirdiğimizde ve başka bir konuya geçerken, başlangıç ve bitişi vurgular. Okumakta olduğumuz kitap henüz bitmemiştir ama oraya bir ayraç koyarız, ve tekrar okumaya başlanıldığında sıfırdan başlamış da sayılırız. Keza, bir kitabın bitip diğer kitabın başlanacağı an gibi. Saatimizin 00:00 göstergesinde olan vurgusunda yine bitmekte olan bir günün başlangıcı sayılır. Adeta günü ikiye böler. Farklı anlatımlarla ilişkilendirecek olursak, sıfır; toplama, çıkarma, bölme ve çarpma işlemlerini de anlatır bizlere. Dünyanın, ay’ın, güneşin ve kainatın bir çok unsurunda karşımıza çıkar. Ve nihayetinde sıfırın yolculuğu kendi içinde ve dışında, bitmek bilmeyen sayıların sonsuzluğunu artı başlangıcını anlatan bir rakamdır.
HER ŞEY BİR NOKTA VE ALTI YÜZ ON SEKİZ İLE BAŞLADI
Bir takım çizimlerle belirtilen farklı formlardaki karalama işaretlerinin tümüne YAZI diyoruz. Rakamlar da yazı dünyasının içinde yer alan görsel sayılama sistemidir. Harflerle yazmadan duramayacağımız günümüzün olamayacağı gibi, rakamsız bir günümüz de geçmez. Tarihte yazılı kil tabletler üzerinde sayılarla da karşılaşırız. Rakamların her ne kadar yazı sisteminden sonra ortaya çıktığı biliniyor olsa da, yazıyla aynı yaşıttadır. Çünkü harflerin bir tür ölçütü ve ölçüsü vardır. Ölçü biriminin en iyi ifadelendirme biçimi ise, yine hesaplamalardır. Yazının insan yapısı ile sosyal yaşamındaki etkisi ölçüler ile mümkündür. Şöyle ki insanın yaradılışındaki en belirgin özellik, altın oran sistemidir. Yazıyı yazan el de bu ölçüler kuralına göre uymaktadır. “Dilediği bir surette seni tertib etti. İnfitar,7,8” Sosyal yaşamda ise, ölçülü olma gibi vasat insan konumu vardır. “Allah, her şey için bir ölçü kılmıştır. Talak-3” Allah Celle’nin “Oku ve sana kalemle yazmayı öğretti” diye buyurmasındaki manayı, bu pencereden baktığımızda daha çok anlamlı ve aydınlatıcı buluyorum. Her buluşun, ehemmiyetini ve tarihini kavramaya çalışırken insanı insan yapan unsurları göz önünde tutmamız, konuya daha iyi vakıf olacağımızı göstermektedir. Çünkü tüm bulgular geçmişe uzandıkça insanın özüne yaklaştırıyor. Sayılar ki uyum ile ahengin de dilidir. Bir çift gözümüz ve gördüklerimiz, çift kulağımız ve işittiklerimiz, çift ayağımız ve yürüdüğümüz yollar, dahası kalbimizin ritimleri ve hissettiklerimiz… Kün feyekün ile nizam içinde O’nu zikreden bir hayat. Peki insan güzel olanı nasıl algılamak ister? Elbette altın oranında. Çünkü tüm güzellikler yaratıldığı nitelikte algılanmayı, görünmeyi ve hissedilmeyi bekler. İki kalp, aynı oranda değil; altın oranında attığında sever. İnsanı altın oranında yaratan Allah, kalpleri de ona göre onarır. Ve tabiatın her güzelliğini bu sisteme göre biçimlendirir. 1,618 Altın Oran anlamında bir sayılama sistemidir. Bu öyle bir sistemdir ki sadece görsel güzellikleri içermez. Ayrıca işitsel anlamdaki tınıları da ritim halinde aksettirir. Eğer böyle olmasaydı dinlemekte olduğumuz bir musîkinin iyi olup olmadığına nasıl karar verebilirdik? Gerçekten düşündürücü. Kuşların zarif ötüşü meselâ, neden hoş gelir kulağa. Dolayısı ile sayılar, ritim halinde düzeni her anlamda sağlamaktadır. Alfabedeki harflerle sayılardaki rakamların işlevi aynıdır. Rakamlar, sayıların ifadelendirilmesinde büyük rol üstlenir. Rakamların gereksinimi de aynı harfler gibi, sayıların bütün hâle gelmesini sağlar. Kimi uygarlıklar harfleri rakam değerinde kullanmıştır. Denis Guedj’nin eserinde şöyle bir açıklama geçer. “Büyük uygarlıkların pek çoğu gibi eski Mısır’ın da birçok sayılaması vardı. En eskisi olan hiyeroglifik sayılama M.Ö. 3. bin yıldan kalmadır. Onluk tabana dayanan bu toplamalı sayılama 10’un ilk altı kuvveti için özel göstergelere sahipti, yani sayıları bir milyona kadar gösterebiliyordu. Birliği dik bir çizgi gösteriyordu, onluğu bir sepet kulbu, yüzlüğü kıvrık bir ip, bini açılmış bir lotüs çiçeği, onbinliği ucu kıvrık bir parmak, yüzbinliği bir iribaş, bir milyonu ise kolları göğe açılmış bir tanrı”.
Sayılar olmasaydı, rakam olmayacaktı.
Söz olmasaydı, harf olmayacaktı.
İşte biz buna, noktanın yaz(g)ısı diyoruz.
MATEMATİK, KORKULU RÜYALARIMIZIN GERÇEĞİ
İlk akla gelen çoğumuzun derslerinde zorlandığı bir bölümdür. Öncelikle kendimden örnek verecek olursam, lise yıllarımda Hüsn-ü Hat dersinden zayıf almamın belirtisinde bile bir matematik vardı. Çünkü yazı içerisindeki hesaplamaları bir türlü yapamaz ve neticesinde uyumlu yazılar çıkaramazdım. Sonradan geliştirerek bir takım formları kavramış oldum. Yazı sanatındaki tüm harfler ve istifler ölçülü birer sayısal sisteme dayanır. Her harfin sonraki harfe olan uyumu ve estetik bir kompozisyonun sağlanabilmesi açısından bu gereklidir. Eğer ki ölçü kurallarını bilmiyorsanız, güzel yazı yazmak için yeteneğiniz bir yere kadardır. Ve ayrıca buna, düşünce yeteneği de gerekir. Sanatın; özgür, kuralsız ve evrensel olduğuna inanılır. Ben ise buna; sayısal kurallar içerisinde, sayısal kuralsızlık formülü diyorum. Bi nevi soyut sanatın yazıdaki görselliği olur. Matematik, düzeni sağlayabilmektir. Karmaşık rakamlarla somutu soyut hale getirebilmek, sanatçının en büyük kullandığı metottur. Çünkü bu onun en ideal düzenidir. Peki Matematik nedir? Satranç göz önünde bulundurulacak olursa, bir tür oyun çeşidi de diyebiliriz. Matematik sadece, geometri, cebir ve birtakım dairesel formlardan ibaret değildir. O kendi içerisinde bir zeka ürünü veya çözümleme, bir şeyi yapılaştırma yahut sezgi ve mantığı da içinde barındıran öğelere sahip olan sistemdir. Onu bu denli özellikler içerisinde algılamak çeşitliliğinin önemini ve derinliğini gösterir. Yeri geldiğinde görsel bir eserin en estetik ve figüratif hâllerini sunar bize. Netleştirecek olursak; yer ve zamana bağlı kalmadan, kendi sistemi ile bir sonraki kuşaklara bilgi aktarımını sağlar ve buna kodlama, şifreleme gibi tekniklerle yeri geldiğinde aşikâr bir biçim alarak olan varlığını sürdürür. Matematiğin bir anlamı “ben bilirim” olarak açıklanır ve Eski Yunanca’da matesis kelimesi kökünden gelir. Daha sonra mathema sözcüğünden türeyerek de öğrenme anlamlarına gelmiştir. Osmanlı Türkçesi’nde ise “Riyaziye” denilmiştir. Tükçe’ye ise Fransız kelime olan mathematique sözcüğünden gelir. Tarihte sayı, simge ve şekillerin ilmi olarak da kullanılmıştır. Dolayısı ile matematik, zaman içerisinde çok farklı alanları da kapsayarak bir çok açıklamalar ile gelişmesini sürdürmektedir. O bir yönüyle estetiğin kurallarını oluşturan resimdir yahut başlı başına ilmi bir sanattır artık. Diğer yönüyle ise kainatın dilidir. Matematik hakkında yapılan bazı kısa açıklamalar şöyledir. “İnsanların ortak düşünce aracı”. “Ölçülebilen nicelikler bilimi”. “Sağlam bir dil ve kültür”. “Şekil, sayı, simge gibi çoklukların arasındaki bağları ilişkilendiren bilim”. Her sanatkâr iyi bilir ki, yazının ve resmin çizgileri belirli ölçülerle hesaplanır ve çalışmaya öyle başlanır. Öncelikle yazılacak olan metnin ölçüsü alınır. Sonra harflerin sıralaması mısralara bölünür. Cümlelerin uzunluğu ayarlanır ve hazır olan zemine ilk kalem darbesi vurulur. Kezâ resimde öyledir. İnsan slüeti yahut tabiattan öğeler çizilecek ise, onun da kendine özgü hesaplamaları vardır. Ve ressam da böylelikle ilk fırça darbesi ile sanatını icra etmeye başlar. Eser bitiminde ortaya çıkan görsel estetik böylelikle tamamlanmış olur. Böyle bir konu vesilesi ile Bursa’mızın Fetih tarihi olan 11.09.1326 rakamlarından oluşan bir eserimi siz kıymetli okuyucularımıza hat sanatımız ile sunuyoruz efendim. Güzel şehrimizin fethi tüm milletimize kutlu ve mübarek olsun.
Yazı Yolcusu
Bursa Şehir Gazetesi
17 – 24 Eylül 2013
.