ROMANTİZM; SAVAŞTAN ÇIKAN DÜNYANIN MÜZİKAL BİR EYLEMİDİR
Bu hafta, Klasik Batı Müziği’ne dair yolculuğa çıkıyoruz. Belki işitsel anlamda sizlere müziğin tınısını sunamayabilir ve belki de bir müzisyenin duygularını onlar kadar anlatamayabilirim. Fakat şöyle bir mesele daha var ki, sanatkâr; anlatmaya çalıştıklarını yaptığı eseriyle ortaya koyar. Bu anlamda ustanın iç dünyasına tam anlamıyla vakıf olamayız. Onu tanıyabilmemiz; eserlerine, hayatına ve yapmakta olduğu uğraşı alanına değinerek elde edebileceğimiz bir husustur.
KLASİK BATI MÜZİĞİ
Yüksek kültür seviyesi ile bağdaştırılan ve halk müziklerinden net çizgilerle ayrılmış, Avrupa kökenli bir müzik türüdür. Birçok araştırmalarımda karşıma çıkan tabir genelde bu şekilde. Müziğin felsefesini, insani yapıtlar ve İlâhi seslere yönelik ilişkilendirmelere dayanacak olursak; gerek ahlâki ve gerek sosyal inanç bakımından ilk cümle biraz düşündürücü geliyor açıkçası. Her müzik, mutluluk ve ızdırâbıyla yol alan bir tını’dır, diyerek tanımlamaların bu kısmına girmeden Klasik Batı Müziğini ele alacak olursak; Rönesans, Barok, Klasik, Romantik ve Modern dönemler üzerine değerlendirmelerde bulunabiliriz.
RÖNESANS
1400-1600 yılları. Çoklu seslerin ve org, klavsen, arp gibi enstrümanların kullanıldığı dönemdir. Orta Çağ’dan süregelen müzik algısına yeni arayış ve yenilikler getirilmeye başlamıştır. Bu düşünceler müziği daha kapsamlı bir mevkiye taşımak yahut işitsel tınıların insan duyumuna en uygun gelen kıvamını oluşturma çabalarıydı. Var olan makam ve ritimler üzerindeki bu mücadelenin en anlaşılır yönü ise, ses’i anlamlı hâle getirebilme düşüncesidir. Rüzgârın esintisinde soyut ve somut olarak başka ne tür hareketler olabilirdi? Sanıyorum ki en önemli düşünce bu soruya kulak vermektir. Var olan tınıya dışarıdan bir şeyler ekleyerek onu bozmaktan ziyâde, o ân ki durumda kayda değer nelerin oluşabildiği idi. Arayışın en sağlıklı yolculuk hâli de denebilir. Yeden, majör, minör, kontrpuan, beşli oktavlar gibi teknik ve armonik stillerin yeniden tayin edilerek özgür hâl’e ulaşılmış ve bunun yanı sıra insani duygular da müzikle ifade edilmeye başlamıştır.
BAROK
1600-1750 yılları. Genelde karmaşık seslerin ve tek düzelikten çıkarak klavyeli çalgıların kullanıldığı dönemdir. En ünlü bestecileri, Vivaldi, Bach ve Händel’dir. Bu dönemin başlangıcında Monteverdi, sonunda ise Bach adlı bestekârlar gelir. Denizcilik terimi olan Barok, işlenmemiş çarpık inci anlamına gelir ve Portekizce bir kelimedir. Sonraki dönemlerde pek rağbet görmemiş olsa da, müzik tarihindeki yeri gözardı edilemez. Özellikle sanatsal değeri bulunan operalar bu dönemde yazılmıştır. Bir takım kalıplar yine bu dönemde sistematiğe alınarak modülasyon teknikler oturtulmuştur. Böylelikle yeni enstrümanların ortaya çıkmasına da sebep olmuştur. Ve soylu denilen insanlara hitap eden yeni bir çağ olma özelliğini taşır. Toplumun görkemli yaşantısı kendisini müzikte de gösterir. Bu dönemin gelişimi üç aşamada ele alınır. Gelişme döneminde Montoverdi ve Gesualdo bestekârları rol oynar. Yayılma döneminde Scarlatti, Corelli ve Purcell. Olgun döneminde ise Vivaldi, Telemann, Handel ve tabiki Bach bestekârlarıdır. Klavsen en önemli enstrümandır. Bach ise bu dönemin zirvesini yakalayan en önemli kişidir.
KLASİK
1750-1820 yılları. Birçok stil ve besteleme kuralının yerleştiği ve piyanonun yer aldığı dönemdir. İlk bestecileri Mozart ve Haydn’dır. Bu dönemin sona ermesini bazı müzikologlar Mozart’ın ölümüne bağlar. Bu durum bana da gerçekten düşündürücü geliyor. Çünkü her alanda buna benzer durumlar yaşanmaktadır. Dünya’ya ekol olmuş insanların bir anda ortadan kaybolduğunu düşünün. Ve sesli düşünerek şöyle dersiniz “Böyle bir insan bir daha gelmez”. Peki bunu bize söyleten nedir? Uğraşı alanı ne olursa olsun, eğer ki birisi bunu kendi kendinize söyletiyorsa orada kaydadeğer bir hareket vardır. Dolayısıyla bugün Mozart ismi anıldığında, müzikle hiç bağlantısı olmayan insanlar da durup o kişi hakkında sözler sarf ediyorlarsa, işte ben buna “müziğin zirvesini yakalayabilmiş ve doğrudur, dönem duraksamaya meyl’etmiştir” demekten kendimi alamam. Ve fakat bunun yanı sıra, o dönemde Fransız ihtilâlinin de yaşandığını unutmayalım. Sanatkâr her ne kadar soyut düşünceler içerisinde gelişimini sürdürse dahi, müziğin etkilenişimi doğal olarak bu gibi toplumsal olaylara da bağlıdır. Çünkü insan başlı başına bir tını’dır. Bugün de kullanmakta olduğumuz klasik müzik ifadesi, bu dönemin müziğe katmış olduğu sadeliğinden gelir. Rokoko akımının bu yalınlıkta büyük etkisi vardır. Bu oluşumun bir faydası, o dönemlerde soylu olan kitleye ve saraylara hitap edilen müziğin, artık halk içerisine inmesine olanak sağlamış ve halk konser salonlarında bu lezzeti tatmaya başlamıştır. Sanırım şimdi klasik müzik meselesi daha iyi algılanacaktır. Bu dönemin en önemli ismi ise Haydn ve Mozart’dır.
ROMANTİK
1820-1900 yılları. Müzik, kültürel ve akademik alana ilk adımlarını atmaya başlar. Çünkü artık melodi ve ritim dikkate alınmaktadır. Bu kuşakta öne çıkan sanatçılar, Beethoven, Weber, Schubert, Rossini, Chopin, Liszt ve Paganini’dir. Kültürel anlamda kapsayıcı bir dönem olmuştur. Bu süreç Fransız İhtilâli’nden sonra devam eder. Hemen burada Beethoven’in General Napolyon’a önce övgü dolu sözünü ve imparatorluğunu ilan etmesinden sonra arkasından eleştirel olarak atıfta bulunduğu sözü belirtelim ve dönemin tarihi durumuna da değinmiş olalım. “Kahraman işte bu adamdır” ve bu sözünü geri alarak “Demek o da sıradan bir faniden farklı değilmiş. Şimdi o da tutkularının esiri olarak insan haklarını ayaklar altına alacak, insanlıktan daha üstün olduğunu sanarak bir tirana dönüşecek”. Bu konunun doğru ve yanlış kısımlarına değinmiyorum. Bu dönemde Mozart halk için eserler vermiştir. Halk tarafından seviliyor olmasını buna da bağlayabiliriz. Romantizm meselesi sanatın, edebiyatın her alanında kendisini göstermiştir. Bir dönem saraylarda gösterime sunulan müzikal konserler, halk arasına girmeye başladığında doğal olarak müzik, kendisini, zengin oğlan fakir kız arasındaki duygusal iletişimi de gün yüzüne çıkarmıştır. Ve bu aslında, sosyal yaşantıya bir tür müzikal tepkiydi diyebiliriz. Dolayısı ile müzik artık toplumun her bireyini her alandan yakınlaştıran önemli bir unsur hâline gelmiştir. Bu müzik döneminin çalkantılarını, ihtilâl sonrası yaşananları da anlayabilirsek zihnimizdeki soru işaretlerine cevap bulabileceğiz. Savaşlardan sonra dünyanın romantizm anlayışına, bu dönem ciddi anlamda ışık tutacaktır.
MODERN
Klasik Batı Müziği’nin değerlerinde kriz yaşadığı bir dönemdir. Bu dönem için farklı bir adlandırma yapılamamaktadır. 20. Yüzyıl müziği yahut Çağdaş Müzik gibi terimler hâlen kendini göstermektedir. Ve bu birçok alan ile de örneklendirilebilir. Geleneksel veya Modern Hat gibi. Bu dönem özellikle Alman Avusturya romantizmine olan başkaldırıyı simgeler. Özellikle bestekârlar eserlerinde harmanlanmış usülleri de sunarlar. Empresyonizm, Barok ve Romantik dönemdeki bir takım kalıpları yoktur. Tel ve tınının her bir teline dokunurlar adeta.
Son olarak…
Öyle insanlar vardır ki, her birinin ölümünden (doğal bir ölüme karşı) şüphe duyarız. Bazıları bir lider, kimi sevilen bir sanatçı ve kimi de vardır ki, 35 yıllık ömrüne 626 eser bırakan Wolfgang Amedeus Mozart’tır. Metabolizma araştırmacıları Mozart’ın gün ışığından yararlanmaması sebebi ile erken öldüğünü ileri sürerler. Bazıları ise çok daha farklı neticeler öne sürerler. Ve Mozart 05 Aralık 1791 tarihinde 35 yaşında vefat eder. Bu yazıyı kaleme alma sebebim, Mozart’ın ölüm yıldönümüne dair bir çalışmadır.
Yazı Yolcusu
Bursa Şehir Gazetesi
09 Aralık 2003
.