Değerli ‘’Kent16 Gazetesi’’ okuyucularımız. İlk köşe yazımla bu sayfada huzurunuzda olmaktan mutluluk duymaktayım. Umuyorum ki hep birlikte yararlı bilgiler edinecek ve zihin dünyamızın sıhhatine yönelik adımlar atmış olacağız. Uzmanlık alanımın alfabeler ve yazı sanatı olması nedeniyle, sanat ile harfler dünyasının uzun soluklu yolculuğuna çıkacağız.
‘’ Üze kök tengri, asra yagız yir kılıntukda ikin ara kişi oglı kılınmış: Yukarıda mavi gök, aşağıda kara yer yaratıldığında ikisi arasında insanoğlu yaratılmış’’ Kül Tigin anıtı, doğu yüzü, 1’nci dize. GökTürk hükümdarımız Bilge Kağan’ın bu sözünden esinlenerek giriş yapmış olalım. Yeryüzü ve kişioğlu, yaratıldığı günden beri çok aşamalardan geçti. Aşamalar süzgeçlenerek ele alınırken, genel itibariyle ‘’tarih öncesi’’ ve ‘’belirgin tarih’’ olarak ifadelendirilir. Yazının bulunmasından önceki evreye ‘’kayıtlı olunamayan tarih’’ bu evreden sonraki dönem ise ‘’yazılı tarih’’ ifadesiyle nitelendirilmektedir. Bu pencereden baktığımızda, insanoğlunun başından geçenleri günümüze değin taşımış olan en önemli aracın ‘’yazı’’ olduğunu görmekteyiz. Dolayısıyla yazı; amaç ve medeniyetten ziyade, medeniyetleri günümüze taşıyan araçtır. Türkçemizde yer alan ‘’yazı ve yazgı’’ bu meselenin en iyi belirtisidir. Parantez içinde; medeniyet kavramını dilimize kazandıran Ziya GökAlp’in ruhu şad olsun.
Alfabe denildiğinde akla gelen a, b, c, biçimlerinden oluşan harfler düzeneğidir. Oysa ki alfabe, günümüz anlayışından çok daha başka biçimlerle ortaya çıkmış bir takım çizgilerden oluşmaktaydı. Bu çizgiler halk dilinde resim, akademik dilde hiyeroglif olarak tanımlanmaktadır. Hiyeroglif, eski Yunanca ve Mısır dilinde ‘’kutsal yazı’’ anlamından türeyerek günümüze değin kullanılan önemli kavramlardan olmuştur. Alfa-be adlandırması Yunancanın ilk iki harfin izahıdır. Yani ilk harfin adı ‘’alfa’’ ikinci harfin adı ise ‘’beta’’ harflerinin birleşmesiyle ‘’alfabe’’ tanımı dünyanın birçok diline yerleşmiştir. (Daha önceden bizdeki adlandırma Elif-ba idi ve aynı kuralın ses değerlerini taşımaktadır.) Kişi oğlu öncelikle gördüklerinin resmini bizzat taşa kazıdı, oydu, aktardı. Taşlara, kil tabletlere aktarılmış olan bu resimler, yaşadıkları toplumun kültürünü ve inanç değerlerini yansıtıyordu. Gazneliler döneminde yaşamış olan ünlü bilginlerimizden El-Birûni’nin izahıyla ‘’bir toplumu anlamak için konuştukları dile, inanmakta oldukları inanca ve yaşamakta oldukları kültüre bakmak’’ gerekecekti. Doğru olsa gerektir ki birçok yazı ve dil araştırmacıları bu yöntemle çalışmış, nihayetinde yüzyıllar öncesine dayanan kültürel mirasların gün yüzüne çıkmasını sağlayabilmişlerdir.
(Paragraf arası dipnot: Yunan ve akabinde Batı tarafından önemsenen tarihçi Herodot’un eserinde, ilk sayfada geçen şu ifade, Fenikeliler ve Persler tarihinin alfabelerine ışık tutacağını düşünmüşümdür. ‘’Tarih bilgisi olan Persler derler ki, kavgayı başlatan Fenikelilerdir.’’ Bu söz neden önemlidir? Önemlidir çünkü; günümüzde kullanılan birçok alfabenin temeli, Fenike alfabesine dayanır ve kültürel yaklaşımlara işaret eder. Deyim yerindeyse, dünyaca ünlü ve devamlılığı sağlanan birçok alfabelerin temelinde, Fenikelilerin kurduğu program sistemi vardır. İlerde değineceğim…)
Genel itibariyle taştaki hiyeroglif-resimler incelendiğinde görülecektir ki tabiattaki hayvan ve bitkiler, gökteki varlıklar, insan zihniyle yoğrularak eyleme dönüşmüş. Bu eylemler, gördükleri eşya ve canlı cansızlar arasında soyut-somut ilişki kurmalarına, davranış ve düşüncelerini belirleyen yol yordamlarının meydana gelmesine neden olarak, âdeta sanatkâr ruhuyla taşlara aktarmalarının belirtisiydi. Toplum içerisinde kimileyin espri-şaka içeriği taşıyan ‘’çivi yazısı gibi’’ – ‘’mağara yazısı gibi’’ deyimler, aslında döneminin en duygu yüklü ve en derin düşüncelerini taşıyan çizimlerdi. Dolayısıyla günümüz alfabelerinin tamamı, varlığını, mağara ve çivi yazısı denilen taşlardaki resimlere, kilimlerdeki motiflere, kap kacaklardaki damgalara borçludur. Kimileyin bozkır yaşantısını, kimileyin savaşları, kimileyin de ruh ikliminde oluşan duyguları ve gönüllerindeki inançlarını kazıdılar taşlara. İnancım odur ki bu yazıcılar, döneminin müderrisleri, kamlarıydı. Kim bilir, belki de ‘’ok’’ işareti bir orduya mesaj verecekti. Nitekim; Selçuklu Hükümdarı Arslan Yabgu, Gazneli Mahmut’a şöyle demişti ‘’bir okla on bin kişi çağırırım.’’ (Bu gibi ifadeler yüzyıllar sonra harf düzeneğine, dolayısıyla günümüz alfabe yazısına ulaşacak ve ulaştı.) Öyle ya, Türk boylarında ve hükümdarlar arasında mektup, toy, düğün çağrısı gibi davetler, ok üzerine yazılmış bildiriyle ya da bir belirtiyle haber edilerek yapılırdı. Günümüzde bu davranış biçimimiz ‘’okuntu’’ adıyla devam etmektedir.
Dünden bu güne birçok dilin, farklı alfabeyle yazıya döküldüğüne şahit olmaktayız. Kimilerinin kağıda, kimilerinin papirüs ve ipeğe, kimilerinin de bakıra, demire, ağaç kabuklarına yazılarak işlendiğini görmekteyiz. Toplum içerisinde edebi dil ve süsleme alanlarının gelişimiyle sanat dallarımızın çeşitliliği artmış ve kültür etkileşimiyle de gelişmeye devam etmiştir. Estetik anlayış, mimari yapı olarak adlandırdığımız han, hamam, kubbe, minare, kapı, kilim, kap kacak gibi insan varlığının eşyası, mâbedi ve barınağı konumunda duvarlara da aktarılarak işlenmiştir. Meziyet sahibi olanlar, milli ve kültür yapılarını özümseyerek geliştirme aşamasındayken ayrıca araç gereçlerin gelişimi de ortaya çıkmış oldu. Bu serüven, şahsiyetlere kültür bilinci katmasının yanı sıra, aynı zamanda yeni meslek ve unvanları da gün yüzüne çıkarmış oluyordu. Toplumların yaşadığı coğrafya, araç gereçlerin durumunu da etkileyerek şekillendirdi. Dillerini, inançlarını ve ticari alışverişlerini, sözlü gelenekten yazılı geleneğe aktarma gereği duyulunca, Mısır coğrafyası papirüsü, Çin coğrafyası ipeği geliştirdi. Dolayısıyla bu gelişim, aktarma görevi üstlenen yazgaç aracının ihtiyacını da doğurdu. Çok öncelerinden Latince olan ‘’stilus’’ adında bir yazgaç vardı meselâ. Yazgaç; bir bakıma dil ile, aktarılan nesne arasında araçtı. Doğu bölgesi (Çin) fırçayla yazmayı benimsedi. Yunan, Latin, Roma ve dolayısıyla Batı, metal-keçe uçlu yazma aracını benimsedi. Hint, Arap, Fars ve 10. yüzyıllardaki tabiriyle Türk-Turan bölgesi, kamışı benimsedi. Sonraları gelişmiş olan aharlı kağıt ve is mürekkebi gibi farklı sıvıların üretildiğini de belirtmek gerekiyor. Üzerlerine çizilmiş-yazılmış olan tarihi nesneler ve parçalar incelendiğinde görülüyor ki yazı, ses değerlerinin yalnızca ABC biçimlerinden oluşan bir tür(ler) alfabeden ibaret değildi. Hatta demeli ki harflerden önce resim ve bir takım şekillerden oluşan semboller vardı. (Symbole; iki anlamı bir araya getirme.) Bu resimler kimileyin eşyanın adını yahut ne olduğunu ve kimileyin, orada nelerin yaşandığına işaret eden çizimlerdi. Harflerden önce şekiller dünyası gelişmişti diyebiliriz. Çünkü insan gözü, gördüğünü zihninde fotoğraflıyor ve resmini çekiyordu. Zihin tarafından biçimi çekilmiş olan resim, olduğu gibi dışarıya aktarılması gerekiyordu, öyle de oldu. Mağara, duvar, hiyeroglif ve çivi görsellerinden alfabelere... İşte topluluklar böylece değerlerini birçok araç gereçlerle aktarmışlardı.
Bu yüzden alfabeler bir medeniyet olmaktan ziyâde, medeniyeti taşıyan araçtır.
Yazı Yolcusu
Kent 16 Gazetesi / 25-31 Mart 2019
.