Göktürkçe / Bursa Şehir Gazetesi / 2013

2022-02-03 22:18:05

GÖKTÜRKÇE

 

Bu alfabe için gerek anlam ve gerek teknik bakımdan birçok adlandırmalarda bulunulmuştur. Bazıları şöyledir: Türk Run Yazısı, Runik Alfabe, Orhun, Orhon, Orkun, Orkon ve Köktürkçe Çivi Yazısı. Türkçe metinler üzerinde araştırmalarda bulunduğumuzda bu yazı sistemi düzen ve sistematik açıdan ilk Türk Yazı Sistemidir. Her ne kadar bu yazı sistemiyle yazılan örnekler 7. Yüzyıla ait olduğu söylense de, çok daha önceki yıllarda Türklerin bu alfabeyi kullandığı bilim adamları tarafından ortak görüş hâlindedir. Çin kaynaklarını inceleyen bilim adamlarından Otto Donner Türk kavimlerinin kendi aralarında bir yazı sistemi olduğundan bahseder. Milattan önceki yıllarda Uygurların Çinceyi okuyup yazmalarının yanısıra Türkçeyi de bildikleri ve bu yazı ile yazışmalarına da şahit oluyoruz. 1970 yılında yapılan kazı çalışmalarında bir bulguya rastlanır. Gümüş Çanak. Bu çanağın üzerinde 26 harflik ilkel bir Göktürkçe yazı ibaresi bulunmaktadır. Ve bununla beraber bu yazı sisteminin M.Ö. 4. Yüzyıllara kadar indiği görülür. Böylelikle Göktürk yazısının üzerinde yer aldığı en eski bulgu Çoyr Yazıtı’dır. Göktürk Kağanı Ch’i Min 607 yılında İmparator Yangti’ye Çince yazılı bir mektup gönderir. Bilim adamları bu mektubun önce Göktürkçe yazılıp sonra da Çinceye çevrildiğini varsayar.

 

Arkeoloji araştırmalarının yoğunluğu itibariyle bu yazı sisteminin 4. Yüzyılda kullanıldığı, Kuzey Kafkasya’da yayıldığı ve Avrupa’ya kadar uzandığını görmekteyiz. 7. ve 10. Yüzyıllarda Hazar Devleti’ninde Göktürk alfabesini kullandığı birçok kaynaklarda geçmektedir. Ve ayrıca bir noktada kullanılmasından ziyade neredeyse 30 milyon km karelik bir alanı kaplar. Biz bu yazıyı ve kullanım alanlarını elbette takı, para, kaya, metal ve savaş aletlerinde görerek tüm bu bilgilere ulaşıyoruz. Bunun yanında kağıt üzerine fırça ile yazılmış metinlerde bulunmaktadır. En eskisi 9. Y.Y. da Irk Bitig adlı 104 mısralık bir fal kitabıdır.

 

Göktürk harfli yazıtlar, Batı Türkistan, Doğu Türkistan, Moğolistan, Güneydoğu Sibirya ve Kuzeydoğu Sibirya gibi gruplara ayrılır. Bu farklılıklar yazı malzemeleri gibi unsurların gözönünde bulundurulmasıyla sağlanmıştır.

 

Heikel, 1892’de Göktürk Yazı Sistemi’nin, İskandinavların kullandığı Runik yazıdan doğduğunu ileri sürer. 1824’te ise Heinrich bu yazıyı Grek yazısı ile ilişkilendirir. Tarihte bunun gibi birçok etkilenmelerin ve benzeşmelerin olduğu kaçınılmazdır. Birçok bilim adamı tezleriyle kıyaslamalarda bulunmuş ve çelişkiler içerisinde kalınmıştır. Şu bir gerçek ki, Göktürk Yazı sistemi milyon kilometre karelik alanları kapsayacak derecede zengin ve bir okadar da etkileyici olmuştur.

 

Yazı her ne kadar ticari bir araç olarak kullanılmış olsada, sihirbaz, kâhin, hekim ve şifreli anlaşma vasıtası olarak da bir seyir halindedir. Halkın içerisine yayılmasıyla beraber ticaret ve din olgusunda da gelişme sağlamıştır. Özellikle Avrupa’da yazı, din ve devlet adamları için ellerinde kullandıkları bir statü gücünden ibaretti. Halk içinde yazıyı bilmeyenler toplumun çoğunluğunu oluşturuyordu. Son iki haftadır yoğun bir şekilde, müziğin Klasik (Rönesans) dönemini ve Yazının eski kültürlerdeki dönemini karşılaştırmalı olarak okuyor, toplumsal analizini kurmaya çalışıyorum. Karşılaştığım şeylerden biri şu; Avrupa toplumlarında müzik ve yazı, öncelikle toplumun üsttabakasında! bir araç olarak kullanılmıştır. Fakat her ikisi de sonradan halk içerisine yayılmasıyla gerçek anlamına kavuşmuştur. Müziğin romantik dönem olarak adlandırılan gelişimi, saraylardan çıkarak halk içerisine inmesiyle aslını bulmuştur. Keza yazının dönemi de benzer kaderi paylaşmıştır. Öncelikle ilahi güç sembolü kişilerce kullanılırken, halkın içerisine inmesiyle din ve dayanışma ruhunu canlandırmıştır. Halkın arasına inmeyen Hakk’ı bulamaz.

 

Türk toplumlarına baktığımızda ise bu durum halk ile birlikte adım atmıştır. Öyle ki bu anlamda, Orhun yazıtlarında devletin üst düzey yöneticileri halkı teşvik etme çabalarına rastlamaktayız. Günümüzdeki yazıya verilen değer tarihimizden de gelen bir gerçektir.

 

Bu alfabe için gerek anlam ve gerek teknik bakımdan birçok adlandırmalarda bulunulmuştur. Bazıları şöyledir: Türk Run Yazısı, Runik Alfabe, Orhun, Orhon, Orkun, Orkon ve Köktürkçe Çivi Yazısı. Türkçe metinler üzerinde araştırmalarda bulunduğumuzda bu yazı sistemi düzen ve sistematik açıdan ilk Türk Yazı Sistemidir. Her ne kadar bu yazı sistemiyle yazılan örnekler 7. Yüzyıla ait olduğu söylense de, çok daha önceki yıllarda Türklerin bu alfabeyi kullandığı bilim adamları tarafından ortak görüş hâlindedir. Çin kaynaklarını inceleyen bilim adamlarından Otto Donner Türk kavimlerinin kendi aralarında bir yazı sistemi olduğundan bahseder. Milattan önceki yıllarda Uygurların Çinceyi okuyup yazmalarının yanısıra Türkçeyi de bildikleri ve bu yazı ile yazışmalarına da şahit oluyoruz. 1970 yılında yapılan kazı çalışmalarında bir bulguya rastlanır. Gümüş Çanak. Bu çanağın üzerinde 26 harflik ilkel bir Göktürkçe yazı ibaresi bulunmaktadır. Ve bununla beraber bu yazı sisteminin M.Ö. 4. Yüzyıllara kadar indiği görülür. Böylelikle Göktürk yazısının üzerinde yer aldığı en eski bulgu Çoyr Yazıtı’dır. Göktürk Kağanı Ch’i Min 607 yılında İmparator Yangti’ye Çince yazılı bir mektup gönderir. Bilim adamları bu mektubun önce Göktürkçe yazılıp sonra da Çinceye çevrildiğini varsayar.

 

Arkeoloji araştırmalarının yoğunluğu itibariyle bu yazı sisteminin 4. Yüzyılda kullanıldığı, Kuzey Kafkasya’da yayıldığı ve Avrupa’ya kadar uzandığını görmekteyiz. 7. ve 10. Yüzyıllarda Hazar Devleti’ninde Göktürk alfabesini kullandığı birçok kaynaklarda geçmektedir. Ve ayrıca bir noktada kullanılmasından ziyade neredeyse 30 milyon km karelik bir alanı kaplar. Biz bu yazıyı ve kullanım alanlarını elbette takı, para, kaya, metal ve savaş aletlerinde görerek tüm bu bilgilere ulaşıyoruz. Bunun yanında kağıt üzerine fırça ile yazılmış metinlerde bulunmaktadır. En eskisi 9. Y.Y. da Irk Bitig adlı 104 mısralık bir fal kitabıdır.

 

Göktürk harfli yazıtlar, Batı Türkistan, Doğu Türkistan, Moğolistan, Güneydoğu Sibirya ve Kuzeydoğu Sibirya gibi gruplara ayrılır. Bu farklılıklar yazı malzemeleri gibi unsurların gözönünde bulundurulmasıyla sağlanmıştır.

 

Heikel, 1892’de Göktürk Yazı Sistemi’nin, İskandinavların kullandığı Runik yazıdan doğduğunu ileri sürer. 1824’te ise Heinrich bu yazıyı Grek yazısı ile ilişkilendirir. Tarihte bunun gibi birçok etkilenmelerin ve benzeşmelerin olduğu kaçınılmazdır. Birçok bilim adamı tezleriyle kıyaslamalarda bulunmuş ve çelişkiler içerisinde kalınmıştır. Şu bir gerçek ki, Göktürk Yazı sistemi milyon kilometre karelik alanları kapsayacak derecede zengin ve bir okadar da etkileyici olmuştur.

 

Yazı her ne kadar ticari bir araç olarak kullanılmış olsada, sihirbaz, kâhin, hekim ve şifreli anlaşma vasıtası olarak da bir seyir halindedir. Halkın içerisine yayılmasıyla beraber ticaret ve din olgusunda da gelişme sağlamıştır. Özellikle Avrupa’da yazı, din ve devlet adamları için ellerinde kullandıkları bir statü gücünden ibaretti. Halk içinde yazıyı bilmeyenler toplumun çoğunluğunu oluşturuyordu. Son iki haftadır yoğun bir şekilde, müziğin Klasik (Rönesans) dönemini ve Yazının eski kültürlerdeki dönemini karşılaştırmalı olarak okuyor, toplumsal analizini kurmaya çalışıyorum. Karşılaştığım şeylerden biri şu; Avrupa toplumlarında müzik ve yazı, öncelikle toplumun üsttabakasında! bir araç olarak kullanılmıştır. Fakat her ikisi de sonradan halk içerisine yayılmasıyla gerçek anlamına kavuşmuştur. Müziğin romantik dönem olarak adlandırılan gelişimi, saraylardan çıkarak halk içerisine inmesiyle aslını bulmuştur. Keza yazının dönemi de benzer kaderi paylaşmıştır. Öncelikle ilahi güç sembolü kişilerce kullanılırken, halkın içerisine inmesiyle din ve dayanışma ruhunu canlandırmıştır. Halkın arasına inmeyen Hakk’ı bulamaz.

 

Türk toplumlarına baktığımızda ise bu durum halk ile birlikte adım atmıştır. Öyle ki bu anlamda, Orhun yazıtlarında devletin üst düzey yöneticileri halkı teşvik etme çabalarına rastlamaktayız. Günümüzdeki yazıya verilen değer tarihimizden de gelen bir gerçektir.

 

Lev Gumilyev, Göktürk Yazıtları’nın toplumun geniş bir kitlesine seslendiğini, halkı ikna etmek amacıyla bu mesajlarda hiçbir şeyin gizlenmediğini, tarihi olayların sergilenmesinde halk için propaganda yapıldığını söyleyerek, yazıtların kalabalık bir okur topluluğu olduğunu kabul eder. (L.N. Gumilev, Eski Türkler, 421.s.)

 

S.E. Malov ise, seyyar okur-yazar Türk kitlesinin varlığını benimser. Bu konudaki tezler mezar kitabelerinin gerçekliğinden de ortaya çıkar. Çünkü bu yazıların halk tarafından yazıldığı bilinmektedir. Bunu da yazıların imla v.b. düzensizliğinden anlamaktayız. Ayrıca yazı, sadece süs aracı olarak kullanılmadığını da görmekteyiz. Ve Göktürk yazıları döneminde Bitiglik, yani arşivleme anlamına gelen bu kelime, ünlü Çinli Budist seyyah Hsüan Tsang biyografisinde değinir. Bu bağlamda arşivcilik düşüncesinin o dönemde olduğu ve okuma yazmanın önemini daha iyi anlayabilmemize vesile olur. Tüm bu araştırmalarımız gösteriyor ki, en eski yazı sistemimiz Göktürkçe’dir.

 

Hatice Şirin User’in Türk Yazı Sistemleri adlı eserinden de bilgiler elde edebilirsiniz.

 

Yazı Yolcusu

Bursa Şehir Gazetesi

17-24 Aralık 2013

.