CANIN CENNETE DOSTUM
Hey mayk. Buyur corç. Kanka nasılsın?
Yok daha neler. N’oluyoruz yahu. Tööbe Bismillah.
Bir dilden bu kadar mı uzaklaşılır. Her ne olursa olsun, sokak ağzı da olsa yüzüne bakabileceğimiz hiç mi kelime bulamayız. Gerçi bu, kitap ağızı denen durumlarımızda da kendini gösteriyor. Farklı ve yabancı dil kullanmak belki çok okuduğumuzu ve kelime hazinemizin yoğun olduğunu da gösteriyor olabilir. Yabancı kelimeleri kullanan her insanın kendi öz dilinden yoksun olduğu söylenemez elbette. Belki de meramımızı karşımızdakinin daha rahat anlayabilmesi için sırf bu yüzden dil’imizi rahatsızlaştırıyoruz. Eğer ki çağdaş olan konuşma ve yazma dilimize modernlik! katmak için başka bir dil ile tamamlamamız gerektiğini düşünüyorsanız, dilinizi tanıyamamışsınız demektir. Aksi taktirde dilin ve toplum sosyolojisinin rahatsızlığı söz konusu olacağına inanmamak elde değil.
Burada iki konuya bakış açısı getirmek istiyorum.
Sağlıklı bir bedenin diğer âzalarımızı etkileyeceği gibi, sağlıklı dil kullanımı toplum âdap ve hukukunu da düzene koyar. Bunun yanı sıra, aile içerisindeki terbiyeli bir dilin iç dünyamızı ahenkleştireceği gibi dış dünyâmızı da bir zerafete koyar. Dolayısı ile insanların dilleri üzerinden yaratılmış olmaları, her türlü insan vasıfları ile orantılıdır. Kulağa hoş gelen sözlere ve hoş olmayan sözlerin, olumlu ya da olumsuzluğuna sizce nasıl karar verebiliyoruz. Eğerki dil ile insan arasında uyumlu bir yaratılış olmasa idi, tüm bu olup biteni nasıl ayırt edebilirdik. Tefekkür ve telaffuz arasındaki bağı böyle kuruyorum. Dil dediğimiz sadece ağızımızın içinde bir ses aracı değildir sanırım. Gözün ve kulağın ve kalbin dili de vardır. Kalp kalbe karşı denk geldiginde konuşmaya gerek kalmaz kimi zaman. Sükût olur dilin. Ama gel kalbine sor bunu, söze dökemeyeceğin öyle bir dille konuşur ki onu tanımlamaya başka bir dilin gücü yetmez. Göz dili ise adeta görsel bir sanat etkinliği arar. Ressamın çizmiş olduğu yağlı boyadaki renk akışları (ben buna renk dili diyorum) evet size bir sonbahar mevsiminde çizilmiş çınar ağacının sararmış yaprağının rengini sunarken, yaprağın dalından yere düşme ânındaki hareketi işitmeyi de arzular. Ve buradan çıkacak olan rüzgâr sesini de işitme dili olarak algılar.
Dilin olmadığı herhangi bir alan yoktur ve onsuz olabilecek herhangi bir konu mevzu bahis değildir.
Bir diğer mesele sokaklarımızı ve ticaret alanımızı etkileyen tabela yazılarımız. Müşterilere sunulan cazip firma adları ve çocuklarımıza konan isimler. Şahsen Anadolu insanı ile uyumlu bir göz nizamı oluşturmuyor. Fakat bunu dillendirirken insanımızı ön yargı ile eleştirmekten ziyade, her esnafın dükkanında ve her ailenin evinde sözlük bulundurma projesi etkinliği düzenlenebilir meselâ. Yermekten ziyade dilimizin güzelliğini gönül dilimiz ile anlatmaya ve öğrenmeye çalışabiliriz. Olumsuz eleştirilerde bulunmak kezâ Anadolu insanımızın gönül diline de pek hoş gelmiyor. Nihayetinde her insan okuma ile meşgul olamıyor. Bunu önemli buluyorum çünkü Dil, yazıdan önce var/olan bir gerçek. Bir toplumun en tatlı dili, içerisinde bulunduğu örf, adet ve inançlarına ters düşmeyen dilidir. Yazma ve teleffuz dilimizin sağlığı ne kadar kuvvetli olursa, huzur âdap ve zenginliğimiz o derecede bereket kazanacaktır. Allah, öz kelimelerimizin bereketini sağlığa kavuştursun temennilerimle.
Şafak, üzerimde bir inilti.
Varlık sancısı örülmüş yaşadıklarıma
Ki kalbim başımdaki topraktan sıyrılır,
Zulmettiğim şu kadeh senin ellerinde kırılır.
Gözlerin lisan olur bedenimden sıyrılır
Sen ey yokluk; ellerimde çırpınırken doğmuşum.
Şimdi ölüm vadisine koşan bir atlıyım.
Tanınmaksa garipliğim er meydanında
Başımdaki külâhtadır sakladığım.
Hüznüm yüzümdeyken gülmüşüm
Ve yokluğum, dirilmiştir artık.
Gülün bengisuyu diken ucundadır.
Yedi Bin yıllık mezar taşında dirilttiğim toprağın yüzüdür.
Şimdi tırnaklarımla yoluyorum mermer dokulu ızdırabımı.
Sen ey hayat! Başımda kırılacaksan nimetimsin.
Ey kanımda yokluk türkülerini tutuşturan ırmak.
Kanadı kırık bir küheylan gizli bende.
Yazı Yolcusu
Bursa Şehir Gazetesi
26 Kasım–3 ARALIK 2013
.